header photo

28 Ocak 2010 Perşembe

avatar bi sikim değilmiş!

Sonda söyleyeceğimi başta söyledim galiba, ama olsun! Avatar'ı beğenmedim arkadaş. Bi numarası yokmuş. Herkes ölüyor, bitiyor, bayılıyor filan. Ulan demek ki siz iyi film izlememişsiniz! 

Çok da hakkını yemeyeyim. Tekniğine, harcanan emeğe, onca paraya saygı duydum. Emeğin önünde saygıyla eğilirim her daim. Animasyonlar filan da güzel olmuş, ellerine sağlık elemanların. Ama beklentilerimi hiç karşılamadı. "Onca övgüden sonra beklentilerini yüksek tuttun galiba sen. Ne bekliyordun ki dallama?" diyen arkadaşa da cevabım şu oldu: Ben zaten birşey beklemiyordum ki!



Evet, doğru... Filmi bir solukta izledim. Çok sürükleyiciydi. Ama izlerken klişelere boğuldum. Hanginiz bu filmi izledikten sonra Braveheart ve benzer temalı filmleri (Matrix, hatta Karate Kid) hatırlamadı? Mazlum bir halk... Bir lider çıkıyor... Toruk macto filan oluyor bir anda. Eğitim süreci v.s. Arada aşk meşk (esas kıza aşık bir başka elemanla mücadele), kötülere karşı müthiş bir savaş, en kötü adamın en son ölmesi... Tabii ki iyiler kazanıyor.

Bir de, epey bi "felsefesi var olm filmin" filan diye geyik yapmışlar. Yok sosyalist mesajlar içeriyormuş, depresyona neden oluyormuş... Hatta filmden sonra intihar edenler olmuş. Yok anasının nikahı! diyorum ben bu arkadaşlara. Bunu izledikten sonra intihar eden arkadaş, misal bi Requiem For A Dream izlese götüne dinamit sokup patlatır herhalde!

Edit: Bu yazıyı yazdıktan sonra ekşisözlük'te filmle ilgili yorumları okudum. Meğer aklın yolu birmiş.

24 Ocak 2010 Pazar

hiçbir zaman Sawyer olamadım





Tanıdığım kadınların hemen hepsi hayatlarının bir döneminde mutlaka Sawyer gibi serseri ruhlu ama yakışıklı bir adamla birlikte olmak istemiş. Bu kadınlara eşim de dahil. (Bundan sonraki yazılarımda da eşimden bir miktar bahsedeceğim anlaşılan. O yüzden ona bir isim bulmam lazım. "Patron" olsun mesela) Dün gece arkadaşlarla Lost'tan bahsederken konu Sawyer'a gelince dibi düştü yine. Sorun değil. Her kadının beğendiği film kahramanı, aktör v.s. olabilir. Aklından geçenleri saklamaması benim için iyi. Hem bir miktar evlilik/ilişkiden sonra insanların gözleri başka şeyleri de görmeye başlıyor. Bu doğal süreç galiba. Önemli olan dürüstlük!



Ama kadınlara göre evlenilecek erkek tabii ki her zaman Jack Shephard. İyi bir meslek sahibi, kariyerli, paralı, yardımsever, dürüst, düzgün bir adam işte ya... Daha ne olsun!

Ben hiçbir zaman Sawyer olamadım. Kadınların gözündeki rolüm Jack'inki oldu bugüne kadar. Halbuki, istediğim rol hep Sawyer'ınkiydi. Maalesef, hayatımın yönetmeni bana bu rolü uygun görmedi. Ama aklım sürekli Sawyer olmakta kaldı. Tamam o kadar yakışıklı bir adam değilim. Vücud desen, hafif göbek filan, bundan sonra asla öyle olamayacak gibi. Ama aslında ruhumda biraz o adamdan var. Sürekli bastırılmış, ama var!

Sawyer olmak derken, derdim, her gördüğüm kadının boşluklarını! doldurmak değil. Mesele; biraz sorumluluklarımdan sıyrılabilmek, başkaları için değil, kendim için yaşamak, bunu yaparken de hiçbir şeyin sonucunu hesaplamamak. Kısacası kontrolü bir süre için de olsa tamamen bırakmak. (Evet, biraz control freak bi halim var ne yazık ki) Mesela ben hiç sarhoş olmadım. Çünkü, ya hiç o kadar içmedim, yada içsem bile mutlaka bedenimi ve aklımı bir şekilde kontrol edebildim. Mesela, istediğim ama bana pahalı gelen birşeyi "amaan, sikmişim parasını, al gitsin lan!" diyemedim. Mesela, gidip hiç tanımadığım ama beğendiğim bir kadınla konuşamadım. Mutlaka birinin tanıştırması gerekti.

Söz kadınlara gelmişken... Tanıdığım bütün erkeklerse genelde Kate'i beğeniyor. Özgür ruh (olm bu hatun ne sevişir lan), gösterip de vermeme (bir çeşit erkek yuları), türlü türlü oyunlar (illa uğraştıracak bu hatun da ya), gizem (lan bu karıda bişey var ama ne), seksapel (olm bu hatun ne sevişir lan), v.s... Erkekleri çeken şeyler de bunlar sanırım. Ha bir de güzel kadın Allah için!



Ama benim beğendiğim kadın kesinlikle Juliet. Sarışın olması değil önemli olan. Beni çeken şey donuk bakışları. "Ben buradayım, gelirsen bakarız, gelmezsen keyfin bilir" tavrı. Genelde sıcak, seksi kadınları severim ama Juliet hiç sıcak bi kadın gibi görünmüyor. Patron da tam tersi. O sıcakkanlı, konuşkan biri. Sanırım insanın elinde olmayanı arzulaması benimki.

21 Ocak 2010 Perşembe

keşke...



Keşke kadınları böyle kontrol edebilseydik!

biraz dedikodu

Geçenlerde Kapalıçarşı dizisinde oynayan bir arkadaşıma rastladım. Söz diziden açılıca övgü mahiyetinde bir iki çift laf ettim. "Ayak yapma olm, Ezel izliyosun di mi?" dedi. Herif bana trip attı bi de iyi mi? Bu oyuncu milleti bi acayip.

E ne yapsaydım yani, "sadece reklam aralarında bakıyorum" diyemedim işte. Hem arkadaşımsın diye Ramiz Dayı yerine seni mi izleseydim. Neyse ki Ezel atv'ye geçmiş de, bana bunlarla gelemez artık!

15 Ocak 2010 Cuma

evlilik seksi öldürüyor!

Genç erkekler ve kadınlar! Sizi uyarıyorum. Evlilik, aşkı da seksi de öldürüyor! Evlilik demek, bana göre, derin bir bağlılık, hatta bağımlılık demek. Onu görmeyince özlemek, ama görünce de "ooo naber kanka" demek. Ve tabii uzun zaman geçtiyse, ve bir de çocuk varsa, "seks neredeyse bitti" demek.

7 yıl oldu evleneli. Son 3 yıldır da hayatımızda bir "bebe" var. İlk 4 yıl gayet iyiydi. Hiç şikayetim yok. Gezdik, tozduk, yedik, içtik, seviştik, uyuduk, uyandık yine seviştik. Hamilelik dönemiyle birlikte sorunlar başladı. İlk bir iki ay sorun yoktu. Ama ne zaman karnı büyümeye başladı, işte o zaman ben de korkmaya başladım. O azdıkça azdı, ben söndükçe söndüm. Korktum. "Ya bişey olursa, ya zarar verirsem.." Hem içinde o varlık varken ben de giremezdim ki!

Ben korktukça, o üstüme geldi. Sürekli üstümdeydi. Ben bir kadının bu kadar azgın olacağını hayal bile edemezdim. Kaldı ki, bu kadının zaten seksle ilgili sorunu yoktu. Rahattı, hatta o kadar rahattı ki, bir azamanlar bu konuda "muhafazakar" bile denilebilecek ben, onun sayesinde açıldım. Birçok insanın sadece fantezilerinde olan şeyleri bile yapmıştık zamanında.

Sonra, canımın diğer yarısı geldi. Zor oldu herşey. Doğum da, sonrası da. Sağlık sorunları vardı. Çok üzüldük, çok ağladık beraber. O ağladı, biz ağladık. Neyse ki, zamanla düzeldi. Bir yıl böyle geçti. Sonunda herşey düzelmişti. Ama biz de çok yıpranmıştık. O bir yılın ardından geçen zamanı da, kendimizi tazeleme, yenilenme süreci olarak gördüm. Bir yıl ve sonrasındaki altı ayda da zaten bir beklentim yoktu seksle ilgili. Unutmuştuk zaten, o da, ben de. Tuvalette görüyordum sadece benimkini. Sonraları ben birşeyler hatırlamaya başladım: kadın vücudu. Onun vücudu da düzelmeye başlamıştı. İnceldi, eskisine yakın, seksi kadın geri geldi. Ben de geri gelmiştim artık. Ama birşey eksikti. O geri gelmemişti. Kendi bedenini hala beğenmiyordu. Benim de beğenmediğimi sanıyordu.

Çok konuştuk bu konu hakkında, çok da kavgalar ettik. Artık eski güzel günlerimize dönmek istiyordum. O da istiyordu, burada sorun yoktu. Ama sorun, artık eskisi gibi istekli olmamasıydı. "Zaten hayat yeteri kadar yoruyor"du. Yorgunluk herşeyi öldürüyordu. Benim için mini fırsatlar yaratmak yeterdi. Halbuki, ona göre bu iş öyle planlı programlı olmamalıydı. Spontan gelişmeliydi. Ben bekledim o "spontan" gelişmeyi. Bekledim, bekledim, bekledim... Bana başka kadınlara gitmemi bile önerdi. Ciddiydi. Gitmedim. Ciddiyim gitmedim.

Eski günler hala geri dönmüş değil. Yani en azından tam olarak değil. Çok ilerleme kaydettik diyebilirim. Artık ortalama 2 haftada bir sevişiyoruz. Yani anlaşılacağı üzere "batı cephesinde yeni bir şey yok".

11 Ocak 2010 Pazartesi

bu ne yaa...

-iyi günler, X bey'le mi görüşüyorum?
-evet, benim buyurun.
-iyi günler X bey. sizi odeon (ben öyle anladım ama aegon'muş doğrusu) sigortadan arıyorum. sizi yeni bilmemne sigortası hakkında bilgilendirmek istiyorum. birkaç dakikanız var mı?
-hayır yok. müsait değilim, kusura bakmayın.
-sadece bir iki dakika sürecek.
-şu anda meşgulüm, kusura bakmayın. (kibar olmaya çalışıyorum)
-efenim, yeni bilmemne sigortamızın şu şu avantajlarını öğrenmek istemez misiniz?
-hayır dedim. ilgilenmiyorum. (hala kibar olmaya çalışıyorum)
-ama efenim, bu yeni sigortayla...
-hanımefendi, zamanım yok. ayrıca ilgilenmiyorum. kapatabilir miyiz? (iş arkadaşlarım bana bakmaya başlıyor)
-ama X bey, yeni sigortamızın sunduğu avantajlar bla bla....
-hanımefendi, ben mi anlatamıyorum. il-gi-len-mi-yo-rum. lütfen kapatabilir miyiz? (ses tonum bayağı sertleşiyor)
-peki X bey, sizi daha sonra ne zaman aramamızı istersiniz?
-yahu istemiyorum. aramayın beni. ilgilenmiyorum dedim. (neredeyse bağırıyorum)
-ama bla bla bla....
-kapatabilir miyiz? (artık bağırıyorum)
-peki x bey, iyi günler.

Anlıyorum, işsizlik, zar zor bulunan bir iş, satış baskısı, maaş/prim alamama sıkıntısı v.s. ama biz de insanız ya! Bunu okuyan satışçı arkadaşlar varsa, ne olur bana kulak versin. Israr, satış yapma ihtimalinizi artırmaz. Tam tersine, sigorta yaptıracağım varsa bile artık Aegon sigortanın kapısından geçmem. Bilginize...

9 Ocak 2010 Cumartesi

anne-çocuk bloglarının alayına...

Şu annelerin bebelerini anlattığı bloglara nasıl uyuzum anlatamam. "Bugün gazı vardı bebişimin, dayanamadım gözyaşlarına... ay bir elbise almış halası, prensesler gibi oldu minik kızım, bugün oğluşum bokunda boncuk buldu nasıl sevindik ailecek.." gibi yazanları saçlarından sürükleyesim geliyor.

Bu tür blog yazan kadınların profili de genelde şöyle: Bunlar en az 33 yaşında anne olmuş, çünkü o güne kadar paso sürtmüş ve bir tabur askerle yatmış en sonunda da bi dangalağı kafalayıp evlenmiş; ya da yok kariyerdi, yok ilim irfandı derken kendini işe güce adamış hırs küpü ve kavanoz dibi gözlüklü entel dantel görünümlü kadınlar.



Bu iki grup kadının da maddi sorunu yoktur. Ya aileleri varlıklıdır, ya da kocaları. Evinde yardımcı kadını, bebek bakıcısı filan olan, bebeleri aylığı 2-3 bin liralık kreşlere gönderen, altında cipi olan, büyük "mall"lardaki çocuk mağazalarını talan eden ve tabii bu arada kendine de sürekli kıyafet alan, bu yüzden elinde sürekli poşetler olan, "ay şekerim geçen gün harvey nichols'tan bi elbise aldııım, üzerindeki yarak desenini bir görseeen, bayılırsın" diye konuşan kadınlardır bunlar. Daha fazla uzatmayayım, bu türler acayip organize olmuş ve dayanışma içindeler. Hepsi birbirinin bloguna filan üye. Hatta bebeleri bir araya getirip karşılaştırıyolar filan. "Benimkinin pipisi daha şimdiden 5 cm. Ay o da bişey mi benimkini kreşte kızlar Rocco Jr. diye çağırıyolarmış".. Off of, şimdi bunlar beni bulup, Burberries şemsiyeleriyle döverler bir de...

Çocuk sevmezdim eskiden ama şimdi benim de bir bebem var. Tamam şimdi herşey farklı ama yediği her haltı da kalkıp cümle aleme anlatacak değilim. Maalesef bu tür kadınlardan tanıdıklarım da var. Ayıp olmasın diye bloglarına üye olmuşluğum da. Ama yeni posta uyarılarını gördükçe içim daralıyor, klavyeyi kafalarına geçiresim geliyor.

Kimisi diyor ki, "ben bu blogu ileride bebem okusun, ne kadar möhteşem bir anası var görsün diye yazıyorum." Ulan bebe bunları ergenlik çağına gelip de okuduğunda ana avrat düz gidecek sana haberin yok. Ha belki 30-40 yaşına filan gelince okurken biraz hüzünlenir. "Rahmetli anacım beni ne zor şartlarda büyütmüş. Bak körolası babam bi satır yazmış mı?" diyebilir. Ama o zaman da iş işten geçmiş olacak. Hem bakalım internet denen şey hala var olacak mı?

5 Ocak 2010 Salı

Nexus One çıkmış a dostlar


Gözümüz aydın! Google, iPhone'a rakip olarak ürettiği cep telefonunu, yani Nexus One'ı nihayet piyasaya sürmüş. Epeydir internette bu telefon üzerine geyikler dönüyordu. Google da telefonun özelliklerini yavaş yavaş sızdırıyordu. Özelliklerine şimdi baktım da, iPhone'a çok ciddi rakip olacak bence. Yalnız Android işlemciyi bilmiyoruz tabii.

Peki bu telefonu nasıl alabiliriz? Hemen alamayız çünkü adi Google bunu unlocked olarak sadece internetten satacakmış. Tamam sorun değil diyebilirsiniz ama Google'ın telefonu sattığı sitede şöyle diyor: "Sorry, the Nexus One phone is not available in your country." Yani illa available ülkelerde yaşayan bir tanıdık bulup, ona aldırıp, gönderttireceksiniz. Fiyatı unlocked olarak $529. Yada T-mobile ile bir sözleşme yapıp $129'a alabiliyormuşsunuz.

Şimdi bunları yazdım diye benim teknoloji manyağı bişey olduğumu düşünebilirsiniz. Ama değilim. En son 2004 yılında aldığım bir Nokia kullanıyorum hala. Telefonu da sadece konuşma yapmak için kullanırım. Başka bi sikimden anlamam. Ama şu telefondan müzik dinleme ve internete girme işi yok mu, işte o herşeyi değiştiriyor. Ha bir de navigasyon... Oyun gibi bişey, çok güzel.

O yüzden bir süredir yeni telefonlara bakıp duruyodum. Bakarsınız Nexus One'ı Türkiye'de ilk kullananlardan biri olurum.

tüm samimiyetimle sizi temin ederim!

Samimiyet, insanlarla ilişkilerimde en önem verdiğim şeylerin başında geliyor. Samimiyetten kasıt, laubalilik ve cıvıklığa kayan tavırlar olmadığı gibi, insanın kendisini bir başkasına tamamen açması da değil. Her zaman mesafeli bir adam oldum. Her şeyimi her zaman herkese anlatmadım. Hayatımın çoğunu birlikte geçirdiğim arkadaşlarım. Şu 35 yıllık hayatımda 20 yıllık arkadaşlarım, hala en sık görüştüğüm insanlar. Ama onlar bile, haliyle, her yaşadığımı bilmezler. Tıpkı eşimin de bilmediği gibi. Hayır, onu hiç aldatmadım. (İnsanın aklına hemen bu geliyor değil mi?) Aldatma meselesi başka bir mevzu, bu daha sonraki bir yazının konusu olsun. Bu konuda enterasan bir ilişkimiz var diyebilirim, ki bu da kimsenin bilmediği bir şey mesela. Yazı yazmak zor bir şey, ana fikirden hemen kayabiliyor insan. Konuya döneyim. Anlatmak istediğim, bu blogda benim hakkımda kimsenin bilmediği şeyleri anlatmak istiyorum. Kendimi tamamen gizleyerek --en yakınımdakilere bile anlatamadığım şeyleri-- buraya yazmak istiyorum. Umarım kendimi sansürlemem. Otosansür en kötüsü diyorlar ya gazeteci abiler! Aslında onlara da hassiktir çekmek lazım. Otosansür dünyanın en gerekli şeyidir. Bu da bir başka yazı konusu olsun. Zaten şunu şunu yazayım diyorum ama hep unutuyorum. Buraya bakarsam hatırlarım ileride. Neyse, şunu söyleyeyim, burada çok samimi itiraflar, düşünceler, eleştiriler olacak. Belki ara ara müzik zevkimi filan da paylaşırım. Başlamak, başarmanın yarısıymış. Ben de yolu yarıladım. Çok okunan bir blog yazarı olmak, ünlü olmak istiyorum :) Hadi hoşbuldum!

1 Ocak 2010 Cuma

evren, bi bak buraya canım artık...

Herkes yeni yıldan beklentileriyle ilgili bir sürü dilek salmış evrene bloglardan. Araba istiyorum, ev istiyorum, yakışıklı sevgili diliyorum, 25 cm malafat istiyorum.. Dileklerin sonu yok tabii a.q. Evren bunları neresiyle dinleyecek bilmem. Ulan bunları gördüm, benim başım kel mi, ben de evrenle bi konuşayım, belki halden anlar dedim.
"Bugüne kadar yüzümüze bakmadın. Gerçi senden çok bişey istemedim bugüne kadar. Ne para dedim, ne karı kız dedim. Arada bir sağlık dedim, huzur dedim o kadar. Ama artık yetti. Eline cebine at lan artık. Para istiyom lan para. Bok gibi para. Bolcana da seks istiyom evren. Canıma tak etti artık. Bu nasıl evlilik lan! Seks yoksa ne anladım ben bu işten. Neyse evren. kısa keseyim de sen çalışmalara başla. Fazla bekletme! Şimdilik çüs canım..."